top of page

Hapishane ile Genelevin Ortası…

  • Yazarın fotoğrafı: İklim Bayraktar
    İklim Bayraktar
  • 3 Mar 2014
  • 3 dakikada okunur

30 Mayıs 1431’de Rouen meydanında hummalı bir çalışma vardı. Cadıların yakılması için hazırlanan meydanın bir bölümü sürüklenerek getirilen kadınlarla doluydu. Hepsi ünlü cadı Jeanne d’Arc’ın suçunu itiraf etmesini bekliyordu. Jeanne d’Arc bir suç işlemediğinden emindi ve söylediklerinden zerre kadar geri adım atmadı. Engizisyon yargıçlarının da hazır bulunduğu yakma törenine başı dik yürüdü ve kendisini direğe bağlayanlara acıyan gözlerle baktı.

İlk ateş verildiği zaman da aklından İsa’nın şu sözleri geçti: “Semanın kırallığı senin içinde ve etrafındadır. Taş ve tahta yığınları arasında değil. Etrafa ağaç dalları serptim... Taşı kaldır, beni bulacaksın...”

Telefonla yaptığım özel konuşmalar gazete manşetlerine düştüğünde aklımdan ilk geçen bu olmuştu. Jeanne d’Arc dik duruşu ve sözleri…

Üç yıl önceye ait bu anıdan sıyrılıp bu güne dönünce; şimdilerde özel telefon konuşmaları yayımlananların karşısına geçip, sadece gözlerinin içine bakarak sormak isterdim: “Senin de aklına Jeanned’Arc’ın bu sözleri geliyor mu?” ve “Ne hissediyorsun şuan?”

Hepsi bu...

Cevap alamam muhtemelen ama zaten yüzlerce kişi gibi ben de çok iyi biliyorum nasıl hissettiklerini. Çırılçıplak hissediyor insan kendini, abartmıyorum bu da bir çeşit tecavüz.

Başına gelmeden anlamıyordu kimse. Yüzlerce insan yırttı kendini son yıllarda; “özel kişisel telefon konuşmalarımızın gazetelerde, televizyonlarda yayımlanması suçtur, haksızlıktır, hukuksuzluktur” diye ama iplemediler. Daha beteri de vardı; yine bağırdı insanlar: “konuşmalarımızın istedikleri kadar kısmı cımbızlanarak, yayımlanıyor, eksik noksan” diye… Yine duymadılar.

Bir süre önce jet hızıyla çıkan yasaklar ve yeni yasalar sayesinde şimdi sadece kaçak göçek internete düşüyor bu özel, mahrem ses kayıtları. Oysa kısa süre öncesine kadar tüm medya organlarında, milyonlarca habere malzeme oluyordu insanların iki kişi arasında kalması gereken “özel, mahrem” konuşmaları… Ayrıca yaşadıkları hukuksuzluğu çığlık çığlığa anlatmaya çabalayanların sesi de duyulmuyor, duyulması her biçimde engelleniyordu. Şimdikilerin mağduriyet çığlıkları aynı anda 30 kanalda birden yayımlanıyor. Ne diyelim ki şimdi?.. O kadar dedik, “sizden saymadıklarınızdan sakındığınız hukuk bir gün size de lazım olur,” anlamadılar… Sonuçta şimdi hissedilenler aynı; çırılçıplak kalma hissi ve buz gibi soğuk.

Kamuoyunun, sosyal medyanın tartıştığı konulara da inanmakta zorluk çekiyorum son günlerde… Yine konunun özünü tartışmak yerine detaylarında boğuluyorlar.

Mesela Başbakan, “Cemaat okullarına ve dershanelerine gitmeyin, çocuklarınızı yollamayın” diyor ve herkes başlıyor tartışmaya, hatta savaşmaya… Kimse şu basit soruyu sormuyor: 12 yıldır niye bunu söylemedin? Neden o okul ve dershanelerin açılmasına izin verdin? Yani herkes 12 yıllık ortaklığın bir biçimde bozulması sayesinde bu noktaya gelindiği gerçeğini görmüyormuş gibi davranıyor...

Sanki cemaat bugün birden ortaya çıkmış gibi bir algı yaratmaya çalışanlar başarılı oluyor… Millet düşünmüyor sorgulamıyor mu? Başından beri cemaatin her türlü desteğini kullanan AKP şimdi cemaat başkalarını destekliyor diye feryat ediyor. “Aynı cemaat seni desteklerken neden şikâyet etmedin, eleştirmedin?” diye sormuyor hiç kimse. İnanılır gibi değil. Öyle komik bir hal aldı ki durum; sosyal medya da başbakan ve AKP’yi eleştirirseniz hemen cemaatçi ilan ediliyorsunuz. Ya da tam tersi. İkisini de eleştirmeye hakkımız yok mu? Niye illaki birini koruyor kolluyor olalım?

Yazar Jean Genet’in hayatı, yaşarken de başlı başına dev bir protestoydu. Öldü...

Cesedini bir hapishane ile genelevin tam ortasına gömdüler. Ölüsü bile tıpkı Jeanne d’Arc gibi bir protesto oldu, anlayana... Hırsızın Günlüğü adlı romanını okurken kendinize, onun böyle olmasında benim rolüm ne, sorusunu sorarsınız ister istemez…

İlerleyen sayfalarda da şu cevabı bulursunuz: Yargıç sorar, “Neden çaldın?” Cevap: “Çünkü açtım...”

Yani suça ve suçlu olgusuna hep bambaşka bir yerden bakmalıyız aslında. En çokta vicdan ve adalet duygularımızı sağlam tutarak bakmalıyız… İşimize geldiği gibi baktığımızda ortada ne suç, ne suçlu göremeyiz… Hatta hukuk ihtiyacı bile duymayız. Suçlu için bambaşka bir savunma ve koruma kalkanı hazırdır beynimizde. Aklayıveririz.

Ve bir gün hepimiz kendimizi Engizisyon mahkemesi karşısında buluruz, dudağımızda mırıltılarla...

Yaşananların daha beter sonuçlar doğurmaması için “Bu durumda olunmasında benim rolüm nedir” sorusunu daha sık sorun kendinize ve vicdanınızla cevaplayın.

 
 
 

Yorumlar


iwfyq6J8_400x400.jpg

Merhaba!

Ben İklim Bayraktar. Bir çoğunuz beni tanıyorsunuz; ya da belki öyle zannediyorsunuz? Bir de benim kalemimden dinleyin.

Yeni yazılardan haberdar ol

Teşekkürler!

Hiçbir şeyi kaçırmadığından emin ol

İletişime geç

Mesajınız için teşekkürler! Size en kısa sürede döneceğim.

© 2022 iklimbayraktar.com

bottom of page