Kimlik
- İklim Bayraktar

- 25 Nis 2013
- 3 dakikada okunur
Bir zamanlar dillerde dolaşan bir sosyal demokrat tanımı vardı. Daha çocuktum o zamanlar, babam söylenir dururdu. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir şeydi: Sosyal demokratlar Kristof Kolomb’a benzer. Bindikleri gemi kendilerinin değil, nereye gideceğini bilmeden yola çıkıyor, vardığı sandığı yer ise düşündüğü yer değil…
Bu hep aklımda kaldı. Ne demek istediğini de anlamamıştım o zaman. Anlamam için hem sosyal demokrasiden kırıntılar bilmem hem de Kolomb denilen adamın kim olduğunu bulmam gerekiyordu.
Sonra anladım ki, sosyal demokratlar için babam nereye gittiklerini, neyle gittiklerini, nereye varmak istediklerini bilmediklerini anlatmaya çalışıyor.
Yalova küçük bir yerdi o zamanlar. Kulaktan kulağa bu söylenti çabucak yayılmıştı. Herkesin de dilindeydi nedense.
Şimdi o günlere dönüp baktığımda hayatı algılama biçiminin insanın bakış açısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir küçük analoji ile sosyal demokrasiyi anlatabilmek, müthiş de bir zeka ürünü. Benzerlik yok mu, elbette var, ama haksızlık da diz boyu doğrusu.
Sonunda şuna karar verdim: İnsanda kimlik aşımı ya da kimlik bunalımı yaratan unsurlar tamamen dışımızda gelişen olaylara bakış açımızla ilintili. Sonuçta bu ülkenin “aydını”da bu şekilde yetişiyor. O yüzden de kimlik bunalımına düşmesi çabuk oluyor. Kimlik aşımı ise, eldeki koşullarla pek mümkün olmuyor. Yaşam mücadelesi, parasal sıkıntılar, istemediğin işte çalışma gibi daha bir sürü sebep...
Sonuçta, mutsuz oldukları bir yaşamda, inanılmaz hızla değişen bir gündem karşısında insanlarda ister istemez bir kimlik bunalımı başlıyor (bunun etnik kimlikle hiç ilgisi yok, belirtmeliyim). “Neyin doğru, neyin yanlış” olduğunu araştırıp beyinlerde fırtınalar yaratması gerekirken, tam bu sırada yeni bir gündem her şeyi allak bullak ediyor. Sonuçta hızla değişen ve çarpıcı biçimde ortaya konan siyasi gündem, aydın kesimi de önüne katıp sürüklüyor.
Böyle bir “doğa” hırçınlığına dayanabilmek, aydınlar için de gerçekten zor, kaldı ki halk için dayanılmaz boyutlara ulaşıyor.
Bu gibi ortamlardan en çok etkilenen kesim, kendi kimliğiyle yaşadığı ortamın kimlik arayışı arasında sıkışmış kesimdir (yine bireysel anlamda). Mevcut çığırtkanlıklar içinde kulaklarını tıkama şansları yoktur. Şikayetçilerdir, ama şikayetlerini paylaşacak “ağlama duvarları” Berlin duvarı ile birlikte yıkılmıştır. Geçmişin değerleri, Topkapı müzesinin tozlu camları arkasında, Hitit eserlerinin yanında yerini almıştır.
Maksim Gorki, İlya Ehrenburg, Jack London, Ernest Hemingway, Gogol vb... Bunlar uzak nostaljidir. Kahve köşelerinde siyaset, kültür, sanat tartışmaları yerini sado-mazohist bir çekişmeye veya bel altı sohbetlere bırakmıştır. Hoşnut olmadığı ancak kendini de alamadığı renkli dünyaların isyana dönen eleştirisi, kültürünün yapı taşını oluşturmaktadır artık.
Farkında mıdır?
Elbette, ancak bundan nasıl kurtulacağı konusunda en ufak fikri de yoktur. Kurtulmak isteyip istemediğini bile bilmez. Bir süre sonra ise, bundan kurtulmak yerine, akıntıya kendisini bırakmanın daha yararlı olacağı düşüncesi hakim olur.
Tartışılan, çekiştirilen, yürekten eleştirilen tüm çarpıklıkların bir parçası olmak, salt eleştirdiği için kendi kimliğini ön plana çıkardığını sanmak, yeterli bir kimlik arayışı olarak kalır. Aynı kimlik, çevresini saran kimliksizliğe doğru hızla giderken, aynadaki yansıması yeni bir kimlik olarak ortaya çıkar. Giderek bu farklı bir haz verecek, yeni beklentiler içinde, değişme hazırlığında olacaktır.
Yönlendirilmenin karşı konulmaz cazibesidir bu.
Yönlendirilmeye başladığınız anda da, haşlanan kurbağ durumuna düşmüşsünüz demektir. Değişen kimliğinizin farkında olmazsınız, ama yıllar sonra dönüp geriye baktığınızda önceki halinizi düşündüğünüzde, bir anda kendinizi kelebek gibi hissedersiniz. Kozanızdan çıkıp gitmişsiniz ve hatta artık değişemeyecek, geri dönülemeyecek yaşlara ulaşmışsınızdır.
Bugün Türkiye’deki aydın çekişmesinin temelinde bu yatmaktadır. Anımsayın, Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında en çok bu ülkede eleştirildi. Oysa Nobel tarihinde ilk kez Türkçe bir eser yer alıyordu ve bunun yeniden ne zaman olacağı konusunda hiçbir ipucu yoktu. Türkiye’nin gurur duyması gerekiyordu Orhan Pamuk’la, ama ne yapıldı, kimlik gardı düşmüş aydınların çoğu eleştirdi, yerden yere vurdu.
Gerçi bu soykırım söylemi yüzünden çoğumuz nefret ettik ama Nobel alışını, eserini ağır eleştirenlerden bahsediyorum, soykırım ile ilgili fikirlerini eleştirmekten değil. Oysa eseri ile aldığı ödül sayesinde ileride çocuklar, torunlar Nobel listesine baktığında bizim gibi düşünmeyecekler. Guatemala var, Mısır var Türkiye niye yok, demiyecekler.
Bu ülkede aydın olmak gerçekten çok zor. Birtakım insanlar toplandılar. Devletin kendilerine vereceği bir görev için çağrıldılar. Gitmemek de ellerindeydi, ama onlar gitmese başkaları gidecekti. Eleştiren de oldu alkışlayan da...
Eleştirenler haksız da sayılmaz zira sanatçılar daima toplumun önündedirler ve çoğunlukla muhaliftirler, gazeteciler de mutlaka doğruyu yazmak zorundadırlar.
Ama ne gazeteci gazeteci ne yazar yazar ne de sanatçı sanatçı olarak kaldı bu ülkede. Bu yüzden Orhan Pamuk’a gösterilen tepki şimdi akademisyenlere, öğretim üyelerine, teknik insanlara, hukukçulara da gösteriliyor.
Hele bir bekleyin.
Kimlik düşüşü yaşamayın.
Bunalım da değil bu artık, düşüş... Öyle ki, kimlik bunalımı, kimlik düşüşünün yanında Zemzem suyuyla yıkanmış gibi kalır.




Yorumlar